İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Hoşgeldiniz, 28 Mart 2024
Beğen 1
Ana Sayfa » İlahi Sözleri » Taha Suresi İlahi Sözleri

Taha Suresi İlahi Sözleri

Taha Suresi Sözleri – Taha Suresi İlahisini Dinle – Taha Suresi İlahi Sözleri

Ebubekir Şatiri kaleminden yazılan Taha Suresi İlahisinin Sözlerine aşağıdan okuyabilirsiniz.

Taha Suresi Sözleri – Taha Suresi İlahisinin Sözleri

 

Bismillahirrahmanirrahim
1. Taha
2. Ma enzelna aleykel kur’ane li teşka
3. İlla tezkiratel limey yahşa
4. Tenziylem mimmen halekal erda ves semavatil ula
5. Errahmanü alel arşisteva
6. Lehu ma fis semavati ve ma fil erdı ve ma beynehüma ve ma tahtes sera
7. Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemüs sirra ve ahfa
8. Allahü la ilahe illa hu lehül esmaül husna
9. Ve hel etake hadiysü musa
10. İz raa naran fe kale li ehlihimküsu innı anestü naral leallı atıküm minha bi kabesin ev ecidü alen nari hüda
11. Felemma etaha nudiye ya musa
12. İnnı ene rabbüke fahla’ na’leyk inneke bil vadil mukaddesi tuva
13. Ve enahtertüke festemı’ lima yuha
14. İnnenı enallahü la ilahe illa ene fa’büdnı ve ekımıs salate li zikrı
15. İnnes saate atiyetün ekadü uhfıha li tücza küllü nefsim bi ma tes’a
16. Fe la yesuddenneke anha mel la yü’minü biha vettebea hevahü fe terda
17. Ve ma tilke bi yemınike ya musa
18. Kale hiye asay etevekkeü aleyha ve ehüşşü biha ala ğanemı ve liye fıha mearibü uhra
19. Kale elkıha ya musa
20. Fe elkaha fe iza hiye hayyetün tes’a
21. Kale huzha ve la tehaf se nüıydüha sıratehel ula
22. Vadmün yedeke ila cenahıke tahrüc beydae min ğayri suin ayeten uhra
23. Li nüriyeke min ayatinel kübra
24. İzheb ila fir’avne innehu tağa
25. Kale rabbişrah lı sadrı
26. Ve yessir lı emrı
27. Vahlül ukdetem mil lisanı
28. Yefkahu kavlı
29. Vec’al li vezıram min ehlı
30. Harune ehıy
31. Üşdüd bihı ezrı
32. Ve eşrikhü fı emrı
33. Key nüsebbihake kesıra
34. Ve nezkürake kesıra
35. İnneke künte bina besıyra
36. Kale kad ütiyte sü’leke ya musa
37. Ve lekad menenna aleyke merraten uhra
38. İz evhayna ila ümmike ma yuha
39. Enıkzi fıhi fit tabuti fakzi fıhi fil yemmi fel yülkıhil yemnü bis sahıli ye’huzhü adüvvül lı ve adüvvül leh ve elkaytü aleyke mehabbetem minnı ve li tusnea ala aynı
40. İz temşı uhtüke fe raca’nake ila ümmike key tekarra aynüha ve la tahzen ve katelte nefsen fe necceynake minel ğammi ve fetennake fütunen fe lebiste sinıne fı ehli medyene sümme ci’te ala kaderiy ya musa
41. Vastana’tüke li nefsı
42. İzheb ente ve ehuke bi ayatı ve la teniya fı zikrı
43. İzheba ila fir’avne innehu tağa
44. Fe kula lehu kevlel leyyinel leallehu yetezekkeru ev yahşa
45. Kala rabbena innena nehafü ey yefruta aleyna ev ey yatğa
46. Kale la tehafa innenı meaküma esmeu ve era
47. Fe’tiyahü fe kula inna rasula rabbike fe ersel meana benı israıle ve la tüazzibhüm kad ci’nake bi ayetim mir rabbik vesselamü ala menittebeal hüda
48. İnna kad uhıye ileyna ennel azabe ala men kezzebe ve tevella
49. Kale fe mer rabbüküma ya musa
50. Kale rabbünellezı a’ta külle şey’in halkahu sümme heda
51. Kale fema balül kurunil ula
52. Kale ılmüha ınde rabbı fı kitab la yedıllü rabbı ve la yensa
53. Ellezı ceale lekümül erda mehdev ve selek leküm fıha sübülev ve enzele mines semai maa fe ahracna bihı ezvacem min nebatin şetta
54. Külu ver’av en’ameküm inne fı zalike le ayatil li ülin nüha
55. Minha halaknaküm ve fıha nüıydüküm ve minha nuhricüküm taraten uhra
56. Ve lekad eraynahü ayatina külleha fe kezzebe ve eba
57. Kale ec’tena li tuhricena min erdına bi sıhrike ya musa
58. Fe le ne’tiyenneke bi sıhrim mislihı fec’al beynena ve belneke mev’ıdel la nuhlifühu nahnü ve la ente mekanen süva
59. Kale mev’ıdüküm yevmüz zınet ve ey yuhşeran nasü duha
60. Fe tevella fir’avnü fe cemea keydehu sümme eta
61. Kale lehüm musa veyleküm la tefteru alellahi keziben fe yüshıteküm bi azab ve kad habe meniftera
62. Fe tenazeu emrahüm beynehüm ve eserrun necva
63. Kalu in hazani le sahırani yürıdani ey yuhricaküm min erdıküm bi sıhrihima ve yezheba bi tarıkatikümül müsla
64. Fe ecmiu keydeküm sümme’tu saffa ve kad eflehal yevme menista’la
65. Kalu ya musa imma en tülkıye ve imma en nekune evvele men elka
66. Kale bel elku fe iza hıbalühüm ve ısıyyühüm yühayyehü ileyhi min sıhrihim enneha tes’a
67. Fe evcese fı nefsihı hıyfetem musa
68. Kulna la tehaf inneke entel a’la
69. Ve elkı ma fı yemınike telkaf ma saneu innema saneu keydü sahır ve la yüflihus sahırü haysü eta
70. Fe ülkıyes seharatü sücceden kalu amenna bi rabbi harune ve musa
71. Kale amentüm lehu kable en azene leküm innehu le kebırukümüllezı allemekümüs sıhr fe le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafiv ve le üsallibenneküm fı cüzuın nahli ve le ta’lemünne eyyüna eşeddü azabev ve ebka
72. Kalu len nü’sirake ala ma caena minel beyyinati vellazı fetarana fakdı ma ente kad innema takdıy hazihil hayated dünya
73. İnna amenna bi rabbina li yağfira lena hatayana ve ma ekrahtena aleyhi mines sıhr vallahü hayruv ve ebka
74. İnnehu mey ye’ti rabbehu mürimen fe inne lehu cehennem la yemutü fıha ve la yahya
75. Ve mey ye’tihı mü’minen kad amiles salihati fe ülaike lehümüd deracatül ula
76. Cennatü adnin tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ve zalyike cezaü men tezekka
77. Ve lekad evhayna ila musa en esri bi ıbadı fadrib lehüm tarıkan fil bahri yebesa la tehafü derakev ve la tahşa
78. Fe etbeahüm fir’avnü bi cünudihı fe ğaşiyehüm minel yemmi ma ğaşiyehüm
79. Ve edalle fir’avnü kavmehu ve ma heda
80. Ya benı israıle kad enceynaküm min adüvviküm ve vaadnaküm canibet turil eymene ve nezzelna aleykümül menne ves selva
81. Külu min tayyibati ma razaknnaküm ve la tatğav fıhi fe yehılle aleyküm ğadabı ve mey yahlil aleyhi ğadabı fe kad heva
82. Ve innı le ğaffarul limen tabe ve amene ve amile salihan sümmehteda
83. Ve am a’celek an kavmike ya musa
84. Kale hüm ülai ala eserı ve aciltü ileyke rabbi li terda
85. Kale fe inna kad fetenna kavmeke mim ba’dike ve edallehümüs samiriyy
86. Fe racea musa ila kavmihı ğadbane esifa kale ya kavmi elem yeıdküm rabbüküm va’den hasena e fe tale aleykümül ahdü em eradtüm ey yehılle aleyküm ğadabüm mir rabbiküm fe ahleftüm mev’ıdı
87. Kalu ma ahlefna mev’ıdeke bi melkina velakinna hummilna evzaram min zınetil kavmi fe kazefnaha fe kezalike elkas samiriyy
88. Fe ahrace lehüm ıclen cesedel lehu huvarun fe kalu haza ilahüküm ve ilahü musa fe nesiy
89. E fe la yeravne ella yarciu ileyhim kavlev ve la yemlikü lehüm darrav ve la nef’a
90. Ve le kad kale lehüm harunü min kablü ya kavmi innema fütintüm bih ve inne rabbekümür rahmanü fettebiuni ve etıy’u emrı
91. Kalu len nebreha aleyhi akifıne hatta yarcia ileyna musa
92. Kale ya harunü ma meneake iz raeytehüm dallu
93. Ella tettebian e fe esayte emri
94. Kale yebneümme la te’huz bi lıhyetı ve la bi ra’si innı haşıtü en tekule ferrakte beyne benı israıle ve lem terkub kavlı
95. Kale fe ma hatbüke ya samiriyy
96. Kale besurtü bi ma lem yebsuru bihı fe kabadtü kabdatem min eserir rasuli fe nebeztüha ve kezalike sevvelet lı nefsı
97. Kale fezheb fe inne leke fil hayati en tekule la misase ve inne leke mev’ıdel len tuhlefeh venzur ila ilahikellezı zalte aleyhi akifale nüharrıkannehu sümme le nensifennehu fil yemmi nesfa
98. İnnema ilahükümüllahüllezı la ilahe illa hu vesia külle şey’in ılma
99. Kezalike nekussu aleyke min embai ma kad sebak ve kad ateynake mil ledünna zikra
100. Men a’rada anhü fe innehu yahmilü yevmel kıyameti vizra
101. Halidıne fıh ve sae lehüm yevmel kıyameti hımla
102. Yevme yünfehu fis suri ve nahşürul mücrimıne yevmeizin zürka
103. Yetehafetune beynehüm il lebistüm illa aşra
104. Nahnü a’lemü bima yekulune iz yekulü emselühüm tarıkaten il lebistüm illa yevma
105. Ve yes’eluneke anil cibali fe kul yensifüha rabbı nesfa
106. Fe yezeruha kaan safsafa
107. La tera fıha ıvecev ve la emta
108. Yevmeiziy yettebiuned daıye la ıvece leh ve haşeatil asvatü lir rahmani fe la tesmeu illa hemsa
109. Yevmeizil la tenfeuş şefaatü illa men ezine lehür rahmanü ve radıye lehu kavla
110. Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yühıytune bihı ılma
111. Ve anetil vücuhü lil hayyil kayyum ve kad habe men hamele zulma
112. Ve mey ya’mel mines salihüti ve hüve mü’minün fe la yehafü zulmev ve la hadma
113. Ve kezalike enzelnahü kur’anen arabiyyev ve sarrafna fıhi minel veıydi leallehüm yettekune ev yuhdisü lehüm zikra
114. Fe teallellahül melikül hakk ve la ta’cel bil kur’ani min kabli ey yukda ileyke vahyühu ve kur rabbi zidnı ılma
115. Ve lekad ahıdna ila ademe min kablü fe nesiye ve lem necid lehu azma
116. Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs eba
117. Fe kulna ya ademü inne haza adüvvül leke ve li zevcike fe la yuhricenneküma minel cenneti fe teşka
118. İnne leke ella tecua fıha ve la ta’ra
119. Ve enneke la tazmeü fıha ve la tadha
120. Fe vesvese ileyhiş şeytanü kale ya ademü hel edüllüke ala şeceratil huldi ve mülkil la yebla
121. Fe ekela minha fe bedet lehüma sev’atühüma ve tafika yahsıfani aleyhima miv verakıl cenneti ve asa ademü rabbehu fe ğava
122. Sümmectebahü rabbühu fe tabe aleyhi ve heda
123. Kelehbita minha cemıam ba’duküm li ba’dın adüvv fe imma ye’tiyenneküm minnı hüden fe menittebea hüdaye fe la yedıllü ve la yeşka
124. Ve men a’rada an zikrı fe innel lehu meıyşeten dankev ve nahşüruhu yevmel kıyameti a’ma
125. Kale rabbi lime haşertenı a’ma ve kad küntü besıyra
126. Kale kezalike etetke ayatüna fe nesıteha ve kezalikel yevme tünsa
127. Ve kezalike neczı men esrafe ve lem yü’mim bi ayati rabbih ve le azabül ahırati eşeddü ve ebka
128. E fe lem yehdi lehüm kem ehleknü kablehüm minel kuruni yemşune fı mesakinihim inne fı zalike le ayatil li ülin nüha
129. Velev la kelimetün sebekat mir rabbike le kane lizamev ve ecelüm müsemma
130. Fasbir ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tuluış şemsi ve kable ğurubiha ve min anail leyli fe sebbıh ve atrafen nehari lealleke terda
131. Ve la temüddenne aynelke ila ma metta’na bihı ezvacem minhüm zehratel hayatid dünya li neftinehüm fıh ve rizku rabbike hayrun ve beka
132. Ve’mur ehleke bis salati vastabir aleyha la nes’elüke rizka nahnü nerzükuk vel akıbetü lit takva
133. Ve kalu lev la ye’tiyna bi ayetim mir rabbih e ve lem te’tihim beyyinetü ma fis suhufil ula
134. Ve lev enna ehleknahüm bi azabim min kablihı le kalu rabbena lev la erselte ileyna rasulen fe nettebia ayatike min kabli en nezille ve nahza
135. Kul küllüm müterabbisun fe terabbesu fe se ta’lemune men ashabüs sıratıs seviyyi ve menihteda
Meali
Bismillahirrahmanirrahim.
1-2 – Tâ Ha. İndirmedik Kur’ân’ı sana, meşakkat çekip, bedbaht olasın diye.
Tâ hâ: kesin mânasını yalnız Allah’ın bildiği huruf-i mukattaa’dan olmakla beraber, bu hususta yapılan başlıca tefsirler: 1.Hz. Peygamberin isimlerindendir. 2. Yüce Allah’ın isimlerindendir. 3.Yemindir. 4.“Ey insan!” demektir.
3-4 – Yüce gökleri ve yeri yaratan tarafından, Yaratana saygı duyanı uyaran, irşad eden, buyruklar halinde tedricen indirdik.
5 – O, Rahmandır (Sonsuz merhamet ve şefkat sahibidir), rububiyet arşına kurulmuştur.
6 – Göklerde ne var, yer de ne varsa O’nun.
Bu, ikisi arasında olan, yerin altında olan da Onun.
7 – İster yavaş konuş, ister açıktan, O’na göre birdir. Zira O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilendir. [25,6]
8 – O’dur Allah. O’ndan başka yoktur ilah.
En güzel isimler ve vasıflar O’nundur.
9 – Sahi, olmadı mı senin haberin, Mûsânın durumundan?
10 – Hani o çölde, gece yol alırken, bir ateş gördü uzaktan.
“Durun!” dedi, ailesine: “Bir ateş ilişti gözüme.
Oraya doğru gideyim, Belki oradan bir kor alıp size getiririm, Belki orada yolu bilen birini bulurum.” {KM, Çıkış 3. bölüm}
11 – Ateşin yanına varınca birden: “Ya Mûsâ!” diye nida edildi.
Hz. Mûsâ Medyen’den Mısıra ailesi ile dönüyordu.
Tûr dağının da içinde bulunduğu Tuvâ vadisine geldiğinde, karanlık ve soğuk bir kış gecesinde bir oğlu dünyaya geldi. Yolu kaybetmiş, davarları dağılmıştı. En muhtaç olduğu şey ateş idi. Allah lütfundan ötürü ateşte tecelli etti ki o da buraya yönelsin (Krş. Tevrat, Çıkış, 3).
12 – “Haberin olsun: Benim Ben Senin Rabbin!” denildi. Çıkar pabuçlarını hemen! Çünkü kutsal vâdidesin sen! Evet evet Tuvâdasın sen! [79,16] {KM, Çıkış 3,5}
Krş. Tevrat, Çıkış, 3 ve 4. bölümler. Bu konu Tevrat ve onun açıklaması durumunda olan Talmud’dan okununca, Kur’ân’ın ihtiva ettiği farklılıklar görülür ve Kur’ânın kopya ettiğini iddia eden oryantalistlerin utanması gerekir..
13 – Peygamberliğe seçtim seni,
Öyleyse iyi dinle sana vahyedileni. [7,144]
14 – Muhakkak ki Benim gerçek İlah.
Benden başka yoktur ilah.
O halde sen de yalnız Bana ibadet et.
Beni anmak için namaz eda et.
15 – Elbet gelecek kıyamet saati. Nerdeyse açıklayasım geliyor onun vaktini.
Ta ki her kişi bulsun orada bütün yapıp ettiğini, işlerinin karşılığını. [99,7-8; 52,16; 27,65; 7,187; 31,34]
16 – Buna inanmayanlar ve nefsinin arzu ve ihtiraslarının peşine düşenler, sakın seni ona inanmaktan vazgeçirmesin, sonra sen de helâk olursun.
17 – Mûsâ, şu sağ elinde tuttuğun şey de ne? {KM, Çıkış 4,2}
18 – “O asamdır dedi, üzerine dayanırım, onunla davarlarıma yaprak çırparım, ayrıca onunla daha birçok ihtiyacımı gideririm.”
19 – “Bırak onu Mûsâ!” buyurdu.
20 – Hemen bıraktı. Bir de ne görsün: Hızla kıvrılıp sürünen, kocaman bir yılan oldu!
21 – “Tut onu! Korkma, Biz onu eski haline çevireceğiz” buyurdu.
22 – Bir de elini koynuna sok! Bir başka mûcize olarak çıkar onu hiç pürüzsüz, parlak mı parlak! [28,32] {KM, Çıkış 4,6}
23 – Böylece sana en büyük mûcizelerimizden birini göstermek istiyoruz.
24 – Firavuna git! Doğrusu o pek azıttı. [26,10-15] {KM, Çıkış 4,10-16; 6,30}
25-27 – “Ya Rabbi, dedi, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını.
28 – Ta ki anlasınlar sözümü!
29-30 – Bana da ailemden birini,
yardımcı kıl Harun kardeşimi.
31 – Onunla beni takviye et.
32 – Onu bu işime ortak et.
İslâma göre Hz. Harun, Hükümdarın yanında bir din yetkilisinden ibaret olmayıp risalet işinde ortaktır. İslâm hukukçuları buradan müşterek hakimiyetin meşruluğu hükmünü çıkarırlar.
33 – Ta ki Seni daha çok tesbih ve tenzih edelim.
34 – Ve Seni daha çok analım.
35 – Aslında Sen bizim bütün hallerimizi hakkıyla görmmektesin.
36-37 – “Mûsâ! dedi, istediklerin sana verildi. Zaten başka bir sefer de sana, lütufta bulunmuştuk: [28,7-13] {KM, Çıkış 2,1-10}
38 – O vakit annene ilham edip dedik ki:
39 – “Onu bir sandığa yerleştirip denize bırak. Deniz onu sahile atsın. Bana da ona da düşman olan biri onu alsın” ve Ey Mûsâ! Nezaretim altında yetiştirilmen için sana karşı insanların gönüllerinde tarafımdan bir sevgi bıraktım. [28,7-9]
Eski Ahid Çıkış kitabında yer alan kıssaya göre Nil nehrinden onu alan Firavun’un kızı, İslâmi geleneğe göre ise hanımıdır.
Hz. Mûsâ’nın annesi, oğlunun da diğer yeni doğan İsrail çocukları gibi öldürüleceği korkusuyla, onu Nil nehrine bıraktı. Eşi Asiye, kocası ile sarayının bahçesinde gezinirken farkedip ırmaktan sandığı çıkarttı. Kalbi çocuğa sevgi ile doldu. Mûsâ’nın ablası onu izlerken, çocuk için süt annesi aradıklarını öğrenince, gelecek âyetteki teklifi yaptı.
40 – Kızkardeşin, denizden seni alanların yanına varıp: “Ona iyi bakacak birini size buluvereyim mi?” diyordu. Böylece seni annene kavuşturduk ki gözü aydın olsun, üzülmesin.
Derken sen büyüdün, bir adam öldürdün de seni kederden biz kurtardık.
Seni, ey Musâ, türlü türlü imtihanlarla sınayıp yetiştirdik.
Bu yüzden de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da takdirimizle, buraya geldin! [28,12]
Hz. Mûsâ, kasıtlı olmaksızın kazaen bir kıbtinin ölümüne sebeb olmuştu. [28,15-16]
41 – “Seni Ben seçip Peygamberliğime hazırladım.” [7,144]
42 – “Haydi kardeşinle birlikte âyetlerimle gidiniz, sakın Beni anmakta gevşeklik göstermeyiniz.”
43 – Gidin. Firavun’a, zira o iyice azdı.
44 – Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz çekinir.” [16,125]
45 – “Ya Rabbî” dediler, doğrusu, korkarız ki o bize son derece kötü davranır, hatta ileri gidip daha da azar.
46 – “Korkmayın! buyurdu. Ben sizinle beraberim, her şeyi işitir ve görürüm.”
47 – “Haydi varın da şöyle deyin ona:
Rabbin tarafından gönderilen elçileriz biz sana!”
İsrailoğullarını bizimle gönder ve işkence etme onlara.
Rabbinden bir belge ile geldik biz sana.
Kurtuluş hastır bu doğru yolu tutanlara!
Son cümleden maksat, “selam olsun” anlamında bir dilek değil, haber kipi olarak bir hüküm bildirmektir.
48 – “İnan ki: “Dini yalan sayıp ondan yüzçeviren, mutlaka azaba uğrayacaktır” diye vahyedildi bize.” [79,37-39; 92,14-16; 75,31-32]
49 – “Hele, dedi, Firavun,“Sizin Rabbiniz de kim Mûsâ!”
50 – “Rabbimiz, dedi, her şeyi yaratan, sonra da onu yaratılış gayesine uygun yola koyan,
Yüce Yaradandır, (buna iyice inan)”
Allah her şeyi yaratıp şekil ve özelliklerini, varlığını sürdürme yollarını gösterendir. 1. Mesela insanlara yapacakları işlere en uygun olacak el ve ayak vermiştir. 2. İnsana, hayvanlara, bitkilere, madenlere, havaya, suya vs. işlevleri için en uygun durumları vermiştir. 3. Her şeye, işlevini, gereği gibi yerine getirmesine elverişli imkânlar vermiştir, o yola koymuştur. Kulağa işitmeyi, göze görmeyi, balığa yüzmeyi, kuşlara uçmayı, toprağa bitki çıkarmayı, ağaca çiçek açıp meyve vermeyi öğreten O’dur. Hz. Mûsa, Allah’ı tanıtmak için, işte öyle kısa, fakat yoğun bir cümle söyledi ki yığınlarla kitap yazılsa yine onun mânasını ihata edemez.
51 – Firavun dedi ki: “Peki o zaman, önceki nesillerin durum ve akıbeti ne olur?”
52 – “Onların durumu, Rabbimin yanındaki bir kitaptadır. O, ne şaşırır, ne de unutur.” dedi.
53 – O’dur ki yeri size beşik yaptı.
Orada sizin için yollar ve geçitler açtı.
Gökten de size yağmur indirdi.
İşte o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. [21,31; 13,3]
Ezvac (çiftler) denilmesi bitkilerdeki erkek ve dişi unsurların çiftleşmesine işarettir.
54 – Hem siz yeyin, hem davarlarınızı otlatın.
Elbette bunda aklı olanlar için âyetler, Allah’ın kudretine deliller vardır.
55 – Sizi, ey insanlar, Biz yerden yarattık.
Yine oraya göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız. [7,25]
Hz. Ali (r.a) bir hutbesinde şöyle demişti. “Ey insanlar, siz ebediyet için yaratıldınız. Babalarınızın sulblerinden rahimlere, oradan dünyaya geçiyorsunuz. Dünyadan berzaha (kabre), oradan da ya cennete, ya da cehenneme gideceksiniz” deyip bu âyet-i kerimeyi okumuştu.
56 – Biz Firavun’a bütün âyetlerimizi, delillerimizi gösterdik, fakat o bunları yalan saydı ve gerçeği kabul etmemekte direndi. [54,42]
57-58 – “Sen, dedi, sihirdeki maharetinle bizi yerimizden yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ey Mûsâ!”
“O halde bilmiş ol ki biz de seninki gibi bir sihirle karşı koyacağız.”
“Şimdi sen, bizim de senin de caymayacağımız uygun bir buluşma vakti tayin et, düz, geniş bir alanda karşılaşalım.”
59 – Mûsâ: “Karşılaşma zamanı, bayram günü olsun, halk sabahleyin toplansın” dedi.
Unutmamak gerekir ki saray hanedanı ve Mısır’ın ileri gelen yöneticileri ile halkın dini, birbirinden çok farklı idi. Ayrı tanrıları, ayrı mabedleri ve âhiret hakkında ayrı düşünceleri vardı. İsrailoğulları ile tevhide inanan başka insanlar, takriben nüfusun % 10 ‘unu oluşturuyordu. Bu şartlar altında Firavun, Mûsâ (a.s.)ın sebeb olabileceği dinî inkılabdan çok endişe ediyor ve halk nezdinde onu gözden düşürmeye büyük önem veriyordu. Ama hilesi, tamamen tersine dönüp kendisinin başına geçti.
60 – Firavun işlerini ayarlamaya girişti, bütün çare ve hilelerini, en usta sihirbazlarını toplayıp buluşma yerine geldi. [7,112; 10,79]
61 – Mûsâ onlara: “Yazık size!” dedi, “Allah hakkında yalan uydurmayın,
yoksa O size öyle bir azap gönderir ki kökünüzü keser.”
“İftira eden, muhakkak perişan olur.”
62 – Bunun üzerine onlar aralarında tartışmaya ve fısıldaşmaya, kulislere başladılar.
63 – Sonunda: “Herhalde, dediler, bunlar, sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarmak isteyen ve en ideal yaşam düzeninizi ortadan kaldırmak isteyen iki büyücü!”
64 – O halde bütün hünerlerinizi toplayıp sıra sıra, merasim düzeninde meydana çıkın.
Bugün ölüm kalım günüdür. Kim bugün üstün gelirse, iflah olacak odur.
65 – Onlar: “Mûsâ! İstersen hünerini önce sen ortaya koy, istersen biz ortaya koyalım?” dediler.
66 – “Hayır, siz ortaya koyun” dedi. Bir de ne görsün:
onların sihirleri sayesinde, ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten hareket ediyormuş gibi geldi.
67 – Mûsâ birden, içinde bir endişe duydu.
Büyücüler iplerini ve değneklerini atıp, Hz. Mûsâya yüzlerce yılanın kendisine doğru geldiği hissini verince, o elinde olmaksızın bir an için korkmuş olabilir. Bu, peygamberlere bile büyünün bir dereceye kadar etki edebileceğini gösterir. Bu kabîl şeyler, peygamberlerin ismetine aykırı değildir. İsmete (yani günahlardan korunmuş olma sıfatına) aykırı olan, vahye tesir etmesidir ki böyle bir şey yoktur.
68 – “Endişe etme!, dedik, zirâ sen galip geleceksin.”
69 – Elindeki asayı at ortaya, onların yaptıklarını yutacaktır.
Çünkü onların yaptığı sihirbaz oyunudur.
Büyücü ise, nereye varırsa varsın, hiç bir yerde iflah olmaz.
Bu emir üzerine Hz. Mûsâ (a.s.) asasını bırakınca o, sihirbazların bütün aletlerini yuttu. Böylece büyücüler bunun bir sihir değil, ilahî bir mûcize olduğunu anladılar.
70 – Derken bütün büyücüler secdeye kapandılar.
“Harun ile Mûsâ’nın Rabbine iman ettik” dediler.
71 – “Ya!, dedi Firavun, benden izin çıkmadan ona inandınız ha!
Anlaşıldı: Size sihri öğreten ustanız oymuş!
Ellerinizi ve ayaklarınızı değişimli şekilde keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım!
İşte o zaman anlayacaksınız kimin azabı daha şiddetli, daha devamlı!” [7,123]
72 – “Mümkün değil” dediler, bize gelen bunca delillere ve bizi Yaratana karşı seni tercih edemeyiz.
İstediğin hükmü ver. Senin hükmün nihayet, bu dünyada geçer.”
73 – “Biz Rabbimize iman ettik. Onun günahlarımızı, özellikle bizi yapmaya zorladığın sihir günahını affedeceğini umuyoruz.
Allah elbette daha hayırlı ve O’nun mükâfatı daha devamlıdır.”
74 – Doğrusu kim Rabbine kıyamette suçlu olarak gelirse onun yeri cehennemdir.
Orada ne ölür kurtulur, ne de yaşamı hayat sayılır. [35,36; 87,11-13; 43,77]
75 – Her kim de makbul ve güzel işler yapmış mümin olarak gelirse, onlara da pek yüksek mevkiler vardır.
76 – Zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri var.
Onlar oraya ebedi kalmak üzere girecekler.
İşte kötülüklerden arınanların mükâfatı budur.
77 – Biz Mûsâ’ya şöyle vahyettik. Kullarımla geceleyin Mısır’dan yola çık.
Asanı vurarak denizde onlara kuru bir yol aç.
Firavun’un size ulaşmasından ve boğulmanızdan endişe edip korkmayın. [26,52; 44,23]
78 – Firavun da askerleriyle onun peşine düştü. Deniz onları öyle bir sardı ki birden yutuverdi. [26,60-66]
79 – Böylece Firavun halkını kurtuluşa değil, yanlış yola, çıkmaza götürdü. [11,98]
80 – Ey İsrail evlatları! Sizi düşmanlarınızdan kurtardık. Tur’un sağ tarafında (Mûsâ ile konuşmayı) size vaad ettik. Size çölde kudret helvasıyla bıldırcın lütfettik. [2,51]
Onları orada bırakıp, Allah Teâla İsrailoğullarına, bu büyük lütfunu hatırlatıyor. Zira kesin olan toptan yok edilmekten, Allah kendilerini kurtarmıştı.
Dünya hayatlarını kurtarmadan sonra, daha da önemli olan ebedi hayatlarını kurtarma vesilesi olan Tevrat nimeti hatırlatılıyor. Tevrat’ın verilmesi için yapılan vaad Hz. Mûsâya yapıldığı halde, bütün o insanlara yapılmış olarak ifade buyuruluyor. Zira dünya ve âhiret mutluluklarına vesile olan bir kitaptan istifade edenler onlar olacaklardı.
81 – O halde size verdiğimiz rızıkların en hoş ve temiz olanlarından yeyin, ama bu hususta taşkınlık yapmayın, yoksa gazabım tepenize iniverir.
Kimi de gazabım çarparsa artık o uçuruma düşmüştür.
82 – Şu da muhakkak ki inkârdan dönüş yapan, iman eden, güzel ve makbul işler yapan, böylece doğru yola giren kimseyi de affederim.
83 – Hem seni halkından çabucak ayrılıp gelmeye sevkeden sebep ne ey Mûsâ?
Hz. Mûsâ, ümmetinden 70 kişi seçerek Tevratı almak üzere onlarla Tûr’a gidiyordu. Kendisi, Rabbine olan şevkinden ötürü ilerleyip o yetmiş nakibi geride bırakmıştı.
84 – “Onlar, dedi, beni izliyorlar. Benden daha çok razı olman için sana kavuşmakta acele davrandım ya Rabbî!”
85 – Allah buyurdu: “Sen öyle biliyorsun amma onlar senin izinde değiller,
Zira Biz senin ayrılmandan sonra halkını sınadık ve Samirî onları yoldan çıkardı.” [17,138] {KM, Çıkış 32,4.24; Hoşea 8,5-6; I Krallar 1,28}
Tevrat’a göre (Çıkış, 32, 4 ve 24) bu altın buzağı heykelini yapan bizzat Harun (a.s.) dir. Halbuki Kur’ân-ı Kerim işin doğrusunu bildirerek bunu yapanın Samirî olduğunu bildirip, Hz. Harunun bundan beri olduğunu ilan eder.
86 – Mûsâ derhal son derece kızgın ve üzgün olarak halkına döndü: “Ey milletim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı?
Verilen sözün üzerinden çok uzun süre mi geçti, yoksa Rabbinizin gazabının tepenize inmesini mi istiyorsunuz ki bana olan vaadinizden caydınız?
87 – “Biz, dediler, kendi güç ve irademizle sana olan vaadimizden dönmedik. Fakat biz o halkın, Mısırlıların zinet eşyalarından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik.
Onları ateşe attık. Samiri de kendi mücevheratını atıverdi.
İsrailoğulları Mısırdan çıkmadan önce Mısırlılardan bir miktar altın ve zinet eşyaları ödünç almışlardı. Hz. Mûsâ’nın dönüşü gecikince Samirî: “Onun engellenmesinin sebebi, sizdeki bu emanetlerdir.” dedi. Bunun üzerine, altınları getirip onun önünde topladılar. Samirî de eritip buzağı şekline koydu. Sonra Cebrail (a.s.) ın bineğinin izinden avuçladığı bir avuç bereketli toprağı sürünce, buzağı ses çıkardı. Razî’ye göre bunun sebebi ona hayat girmesi değil, heykele konulmuş olan bazı deliklere hava girmesi sonucunda buzağı heykeli ses çıkarmıştır.
88 – Derken o, ahali için böğürme marifeti olan bir buzağı heykeli döküp çıkardı. Samiri ve arkadaşları: “İşte bu, sizin de, Mûsâ’nın da tanrısıdır, ama Mûsâ bunu unuttu” dediler.
Son cümlede, Hz. Mûsâ’nın unuttuğunu iddia ettikleri söz ile, şu iki şey kasdedilmiş olabilir: Samirî ve taraftarları: “Bu buzağı tanrıdır, fakat Mûsâ bunu unutup gitti.” yahut “Mûsâ, onun tanrı olduğunu unuttu” demek istemişlerdi.
Burada bu halkın maddeciliğine de ayrıca işaret edilmiş olabilir: Som altın buzağı heykeli karşısında akılları başlarından gitti. “Bu dururken insan başka şeyin ardına düşer mi?” demek istediler, vallahu a’lem.
89 – Onlar görmüyorlar mıydı ki o heykel, kendilerine mukabele edecek bir çift laf söyleyemiyor.
Kendilerinden ne bir zararı önleyebiliyor, ne de bir fayda sağlayabiliyordu.
90 – Doğrusu, Harun onlara, bundan önce: “Ey milletim! dedi, siz bu heykel ile imtihana tâbi tutuldunuz.
Şu kesindir ki sizin Rabbiniz Rahmandır (çok şefkatli ve merhametlidir).
O halde beni izleyin ve emrime itaat edin!”
91 – Onlar ise: “Mûsâ yanımıza dönünceye kadar ona tapmaya devam edeceğiz” diye karşılık vermişlerdi.
92-93 – Mûsâ döndüğünde bu durumu bilmediğinden: “Harun!, dedi, onların saptığını gördüğünde benim izimce gelmene ne mani oldu, yoksa emrime karşı mı geldin?” deyip onu sakalından tutarak çekmeye başladı. [7,142]
94 – “Ey anamın oğlu!” dedi Harun. “lütfen sakalımdan, saçımdan beni çekiştirip durma. Ben, senin “İsrail oğullarının içine ayrılık soktun, sözümü dinlemedin” demenden endişe ettim.”
95 – Bu sefer Samirî’ye dönerek: “Samirî! peki senin derdin nedir?” dedi.
96 – “Ben, dedi, ben onların görmedikleri bir şeyi gördüm.
O Resûl’ün izinden bir avuç toprak alıp onu potanın içine attım. İşte böylece nefsim böyle yapmayı bana hoş gösterdi.”
Samirî bu sözü ile şunu demek istemişti: “Ben onların göremediklerini, yani Hayat bineği üzerinde sana gelen Cebrail (a.s.)’ı, gördüm. Kalbime bu duygu geldi, onun izlerinden bir avuç toprak aldım, onun bereketinden yararlanmak istedim.”
97 – “Defol!” dedi Mûsâ, artık ömür boyunca sen: “Bana dokunmayın, benden uzak durun!” diyeceksin, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın.
Ayrıca senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü var.
Şimdi tapınıp durduğun tanrına bak! Biz onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize savuracağız.” {KM, Tesniye 9,21}
Samirî’nin bundan sonra ağır bir bulaşıcı hastalığa yakalanması sebebiyle yalnızlığa terkedilmiş olması mümkündür. Bir kısım oryantalistler Samiri’yi, Hz. Mûsâdan birkaç asır sonra kurulan Sameriyye şehrinden sanıp, Kur’ân’ın tarihi bir noksanlık yaptığını, iddia ederler. Onlara kalsa Hz. Peygamber (a.s.) (haşa) Yahudi kaynağından aldığı bilgiyi böyle anlatmış olmaktadır.
Oysa Samiri özel isim olmayıp, Samiri ırk ve bölgesine mensubiyet bildirir. Mezepotamya’nın en meşhur halklarından olan Sümerler vardı. Mısırlıların, bu konumda olan şahıslara Samiri veya Sameri demiş olmaları rahatlıkla düşünülebilir. (Mevdudî, Tefhim) Mevcut Tevrat nüshalarında bu konu “Çıkış” kitabı boyunca anlatılır. Bu arada, peygamberlik hakkında iftiralara da rastlanır (Mesela; güya Harun (a.s.) buzağı heykelini yapıp İsrailoğullarını ona tapmaya çağırmıştır. (Çıkış, 32, 1-6). Bunların tahrifat kabilinden olduğunu söylemeye gerek yoktur.
98 – Sizin İlahınız yalnız Allah. Ondan başka yoktur ilah. O herşeyi ilmi ile ihata etmiştir.
99 – İşte böylece sana geçmiş mühim olaylardan bir kısmını anlatıyoruz.
Tarafımızdan sana da bir zikir verdik. [41,41; 15,9; 21,50]
Zikr: Tevhid ve tebliğ tarihindeki birçok ibretli hadiseyi, peygamberlerin örnek davranışlarını, halklarını eğiten irşadlarını, birçok mûcizeyi hatırlatarak Hz. Peygambere de bu özelliklerin verildiğine delâlet eden Kur’ân-ı Kerimdir. Kur’ân’ın, bunların yanında insanı eğiten, yetiştiren, uyaran, yönlendiren ilahî direktifler (buyruklar) ihtiva ettiğini de ifade eder.
100 – Kim ona sırtını çevirirse, muhakkak ki o, kıyamet günü büyük bir vebal yüklenecektir. [11,17]
101 – O yükün altında daimî olarak kalacaklardır. Kıyamet günü bu yük, onlar için ne ağır bir yük olacak!
102 – Sûra üfleneceği gün, Biz suçlu kâfirleri, gözleri (korku ve heyecandan) gömgök vaziyette haşredip toplayacağız.
Mahşer meydanında gözleri gömgök, yüzleri kapkara, velhasıl pek çirkin vaziyette toplanmaları kasdedilmiştir.
103 – Kendi aralarında sessizce konuşurken:
“Dünyada, olsa olsa on gün kadar bir şey kaldınız” derler.
104 – Aralarında konuştukları konuyu Biz pek iyi biliriz.
Onların en mûtedil ve en makul olanı, o zaman “Siz bir günden daha fazla kalmadınız.” diyecek. [30,55; 79,46; 35,37; 23,112-114]
105-106 – Bir de sana o gün, dağların durumunu sorarlar. De ki:
“Rabbim onları darmadağın edecek, ufalayıp savuracak, yerlerini dümdüz, boş vaziyette bırakacak”
107 – “Orada artık ne iniş, ne yokuş göremeyeceksin”
108 – O gün insanlar, Hakkın dâvetçisine hiç bir tarafa sapmadan uyarlar.
Rahmanın azametinden dolayı sesler kısılmıştır.
Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin. [19,38; 54,8]
109 – O gün, Rahmanın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. [2,255; 53,26; 21,28; 78,38]
110 – O, onların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Kulların ilmi ise bunu asla kavrayamaz. [2,255]
Son cümle şu mânaya da gelebilir: “Onlar ise bilgi kapasiteleri ile Allah’ı kavrayamazlar”
111 – Bütün yüzler, hayatın ve hâkimiyetin tam mânasıyla sahibi olan Hayy-u Kayyum’a baş eğmiştir.
Zulüm yüklenerek gelen, gerçekten perişan olmuştur. [31,13]
112 – Mümin olarak güzel ve makbul işler işleyen ise, ne zulümden, ne de haklarının çiğnenmesinden korkmaz.
113 – İşte böylece bu kitabı Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla anlattık.
Ta ki insanlar Allah’a karşı gelmekten korunsunlar ve ta ki o, kendilerine bir ibret ve uyanış versin.
İbret verecek şey, Kur’ân veya yapılan tehditler olabilir.
114 – Demek ki gerçek Hükümdar olan Allah çok Yücedir.
Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan unutma endişesi ile Kur’ân’ı okumada acele etme ve: “Ya Rabbi! benim ilmimi artır” de. [23, 116; 75,16-19; 114,2] {KM, Çıkış 15,18; İşaya 24,23}
Vahyin başlangıcında Peygamber Efendimiz, vahyedilen âyetleri unutmamak için gayri ihtiyari içinden dilini kıpırdatarak tekrarlıyordu. Bu, müteakip âyetleri de bellemesine engel olabilirdi. Allah Teâla Kıyame, 16-18 âyetleriyle unutturmama garantisi verince, Hz. Peygamber rahatladı.
Allah, Resul-i Ekremine ilmini artırmasından başka bir şey artırmayı istemesini emretmemiştir. İbn Mes’ud (r.a) bu âyeti okuduğunda: “Ya Rabbî, benim ilmimi, imanımı ve yakinimi (kesin inancımı) artır” diye dua ederdi.
115 – Doğrusu Biz daha önce Âdem’e de vahiy ve emir vermiştik, ne var ki o ahdi unuttu, onda bir azim bulamadık.
Bir zelle sebebiyle Hz. Âdem’in cennetten çıkarılmasının, hikmeti tek kelime ile “ilahî görevlendirme” dir. Beşeriyetin bütün fikri ve manevî terakkileri ve her türlü kabiliyetlerinin gelişmesi ve insanlığın mahiyetinin Allah’ın isimlerine mükemmel bir ayna olması, o görevin sonuçlarındandır. Şayet cennette kalsaydı, melekler gibi makamı sabit kalırdı. Çok sayıda melâike zaten vardı. Allah’ın hikmeti, dünyanın mamur edilmesini ve nihayetsiz makamlara çıkabilecek insanın istidatlarını geliştirmeye elverişli bir imtihan diyarı gerektiriyordu.
116 – Düşünün ki Biz, bir vakit meleklere: “Âdem’in önünde (Allah’a) secde edin” dedik, hepsi secde ettiler, yalnız İblis diretti.
117 – Biz de dedik ki: “Âdem!, iyi bil ki bu, sana da eşine de tam bir düşmandır.
Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra perişan olur, helâke sürüklenirsin.”
Perişanlık “geçim derdine düşmek” diye tefsir edilir.
118-119 – “Sen cennette asla açlık çekmeyecek, asla çıplak kalmayacaksın.
Orada asla susuzluk çekmeyecek ve güneşin kavurucu sıcağına mâruz kalmayacak.
120 – Ama şeytan ona vesvese verip: “Adem!, dedi, ister misin sana ebediyet (ölümsüzlük) ağacını, zamanın geçmesiyle zeval bulmayan bir devlet ve saltanatı göstereyim?” [2,35] {KM, Tekvin 3,22; Vahiy 22,14}
121 – Derken ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine edep yerlerinin açık olduğunu farkettiler. Derhal cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar.
Böylece Âdem Rabbine karşı geldi de şaştı kaldı.
122 – Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve onu hidâyetine mazhar etti.
123 – Onlara hitaben buyurdu ki: Kiminiz kiminize düşman olarak cennetten yere ininiz.
Sonra ne zaman Benden bir rehber gelir de, kim ona tâbi olursa, artık o ne yolu şaşırır, ne de bedbaht olur.
122 ve 123. âyetler bu konu bakımından çok önemlidir. (Krş. 2,37 – 38) Allah Hz. Adem ile Hz. Havva’nın tövbelerini kabul ettikten sonra dünyaya gönderiyor. Demek ki dünyaya göndermek cezalandırma değil, bir taltiftir. Allah insanı, böylece dünyaya, kendi halifesi olarak gönderiyor (2, 30) dünyayı mâmur etme yetkisi ile donatıyor. Bu görevlendirme de gerekçesiz değildir. Gök, yer, dağlar gibi diğer yaratıklar bu görevi kabul etmemişler (33, 72) sadece insan yüklenmiştir. Hz. Adem’in ömrü, dünyanın ömrüne göre çok kısa olduğundan, onun evlatları kendisine halef olmuşlardır.
124 – Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse, ona dar bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak diriltir, duruşmaya getiririz.
125 – “Ya Rabbî, der, ben gözleri gören biri olduğum halde neden beni kör olarak haşrettin?” [17,97]
126 – Buyurur ki: “Bu böyledir. Nasıl âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttuysan, bu gün de sen öyle unutulur, bir kenara atılırsın.”
127 – İşte inkârda ve günahta hadlerini aşanları ve Rab’lerinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız.
Âhiret azabı ise elbette daha şiddetli ve daha devamlı olacaktır.
128 – Bugün meskenlerinde dolaştıkları, daha önce yaşamış bunca nesilleri helâk edişimiz, onları yola getirmedi mi?
Elbette bunda akıllı kimseler için alınacak dersler vardır. [22,46; 32,26]
129 – Eğer Rabbin tarafından daha önce verilmiş bir söz ve tayin edilmiş bir vaade olmasaydı, azap onlara çoktan gelmiş olurdu!
130 – O halde onların söylediklerine sabret.
Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbinin yüceliğini ilan et, O’na hamdet.
Gecenin bazı vakitlerinde, gündüzün bazı taraflarında da O’na ibadet et ki Allah rızasına eresin.
Burada beş vakit namaza işaret edilmektedir. Âyette geçen hamd ile tesbihten maksat namazdır. Güneşin doğmasından önce sabah namazı, batmasından önceki: İkindi namazı, gecenin bir kısım saatleri: akşam ile yatsı, gündüzün bazı taraflarındaki namaz ise öğle namazıdır.
131 – Onlardan bazı zümrelere, sırf kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süslerine gözünü dikme.
Rabbinin sana verdiği nimet, hem daha hayırlı ve değerli, hem de daha devamlıdır. [15,88; 93,5]
132 – Ailene ve ümmetine namaz kılmalarını emret, kendin de namaza devam et.
Biz senden rızık istemiyoruz, bilakis senin rızkın Bize aittir.
Güzel âkıbet, takvâdadır, yani Allah’ı sayıp haramlardan korunmaktadır.
Razi’nin belirttiği üzere, Allah, kullarına ihtiyacı olmadığını, namazı, ibadeti kullarının kendi faydaları için emrettiğini böylece belirtmiş olmaktadır.
Tevrat’ın elimizdeki muharref nüshasında sık rastlanan bir tanımlamaya göre, namaz “kıskanç bir Tanrıya ödenen bir vergi veya haraç olarak değil”, fakat sadece ifa edenin kendi yararına olan bir fiil olarak anlaşılmalıdır.
“Senden rızık istemiyoruz: Kendinin ve ailenin rızkını temin için çalışmanı ve bu yüzden risalet görevini ihmal etmeni istemiyoruz” demektir.
133 – “O Resûl, gerçek peygamber olduğuna dair Rabbinden bizim istediğimiz bir mûcize getirse ya!” dediler.
Onlara önceki semavi kitaplarda bulunan belgeler deliller gelmedi mi?
Bu âyetten Kur’ân’ın, önceki semavî kitaplarla aynı temel gerçekleri dile getirdiği anlaşılmaktadır. O kitaplarda Hz. Peygamber (a.s.) ın geleceğine dair haberlere de ima edildiği düşünülebilir. (Tesniye 18, 15 ve 18; Yuhanna 14, 16 ve 15, 26 ve 16,7). Böylece Hz. Peygamberin gelmesinin orada bildirilenlerin bir beyyinesi, bir ispatı olduğu belirtilmiş oluyor.
134 – Şayet Biz peygamber gelmeden kendilerini azab ile helâk edecek olsaydık onlar:
“Ey Ulu Rabbimiz, ne olurdu bize bir elçi gönderseydin de, biz böyle rezil ve hakir olmadan önce senin âyetlerine uysaydık!” derlerdi. [10,97; 6,155-157; 10,110]
135 – De ki: “Herkes beklemede!
Siz de gözleyin bakalım. Doğru yolu tutanların, hidâyete erenlerin kim olduğunu yakında anlayacaksınız!” [25,42; 54,26]

Ebubekir Şatiri

Sitemizde sanatçıya ait toplam 16 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz